İki tür "pancar silosu" kavramı var. Birinci çocukluğumun, ikincisi günümüzde kullanılanı...
Günümüzdekiyle başlayalım... Şeker pancarları kamyon ve traktörlerle fabrikaya getirildiği zaman pancar boşaltma makineleriyle "yığılacakları özel alana" istif edilir, stoklanır... Silo; istif, yığın, yığılmış pancar kümesi anlamındadır. Fabrikayı kuran yabancılar "silo" deyimini kullanınca biz de o sözcüğü benimsemiş, aynı kavramı kullanmaya başlamışız. Oysa pekala "istif" veya "yığın" diyebilirdik.
Fabrika, zaman içinde pancarların istif edileceği yere yıkama işlevinin de yerine getirildiği betondan özel hazneler yapmış. Büyük beton tekneler... Yani, pancar yığma ve yıkama yerleri... Günümüzde "silo" denince artık sadece buraları anlaşılıyor... Günümüzde Alpullu fabrikasının silo kapasitesi 10 bin ton... Günde dört bin ton pancar işlendiğini hesaba katacak olursak, bölgelerden hiç pancar gelmese, stoktan üç dört günlük pancar işleme kapasitemiz var demektir.
Benim "silo" kavramım daha geniş... Veya bizim yaşımızdaki insanların... Bir kere biz silo değil sülo derdik... Kelimeyi "Trakyalılaştırmıştık"... Dilimize öyle ifade etmek daha kolay geliyordu. Belki o zamanlarda da fabrika içindeki teknelere silo deniyordu ama biz bilmezdik. Okul yolunda karşılaştığımız her türlü pancar yığınını sülo olarak isimlendirirdik. Fabrikanın pancar işleme kapasitesi artınca bu sülolar ortadan kalktı. 1962-1965 döneminde ne çok sülo vardı... Boyumuz küçük olduğundan pancar yığınları gözümüze dağ gibi gözükürdü. Yükseklikleri bazen dört metreden fazla olurdu. Her taraf pancar silolarıyla doluydu.
Şimdiki Kooperatif Evlerinin bulunduğu Benzinlik Mahallesi boydan boya pancar silosuydu. İki, üç sıra dev gibi, uzun uzun yığınlar... Kışın kar-yağmur yağar, her taraf çamur olurdu. Islanmış, çamur içinde ve ezilmiş, kırılmış pancarlar... Sokaklarımız pancar kokardı... Kırmızı, pembe renkli, kimisi kahverengi ve sarı... Envaî çeşit...
Pavyonların önünde pancar siloları vardı ve şimdiki ilkokulun bahçesinde... Sürekli pancar geliyor, yetkililer onları istif edecek yer bulamıyorlardı. Sonra şimdiki Belediye-Barış Parkı silo mekanı olarak kullanılmaya başlandı. Ve pazar yeri... Hatta Saray binasının önü... Samafor'a giden yolun her iki tarafı pancar silolarıyla doluydu...
Zaman zaman küspe yığınlarına rastlardınız. Çiftçiler küspeyi bir köşeye yığarlar, gelmişken fabrikaya gidip bir araba daha almaya çalışırlardı. Pancar aslında kokmaz, ama hafif de olsa bir kokusu vardır. Kendine özgü... Fakat sıcak küspe kokusuyla birleştiği zaman pancar mı kokuyor küspe mi kokuyor anlayamazdınız... Ha pancar, ha küspe ne fark eder ki... Sıcak küspe yığınlarına dalışımız... Avuç avuç alıp arkadaşlarımızın başından aşağı boca edişimiz... Küspe sahibi görseydi kim bilir bizi nasıl kovalardı... Okuldan çıkmış eve gidiyorsunuz ve yan tarafta dumanı tüten sıcak küspe yığınına dalmayacaksınız... Eşyanın tabiatına aykırı... O yığınların etrafı küçük çocukların dağıttıkları taze küspe atıklarıyla çevrili olurdu... Kim bilir ne küfürler yemişizdir... O vakitler öyleydi mahalle çocuklarının en güzel eğlencelerinden biriydi... Yaşımız büyüdükçe, üçüncü dördüncü ve beşinci sınıfa devam etmeye başladıkça bunun yanlış bir davranış olduğunu daha iyi idrak etmeye başlamıştık... Biz bırakıyor, okula yeni başlayan çocuklar bu eğlenceyi sürdürmeye devam ediyorlardı...
Pancar siloları bize çok şey öğretmiştir. Yığın yapmayı, pancar dizmeyi, pancar yığının üst tarafını ev çatısı gibi düzenlemeyi, silo kenarlarına yağmur yağdığı zaman suların akıp gitmesi için ark yapmayı, yığınların yıkılmaması için iç bükey eğimli olmasını, yığınlara öküz arabasından direnlerle pancarların nasıl atılacağını, silodan pancar alıp eve getirmenin ne kadar günah olduğunu, ezilen, çamur içinde çürüyen pancarları görünce israf ve hebanın ne demek olduğunu, pancar silolarının üzerine kar düştüğü zaman içindeki şeker cevherin yarısının havaya uçtuğunu... Fabrikanın bu pancarları niçin işlemeyip beklettiğini, niçin çürümeye terk ettiğini...
Çiftçilerin kar-kıyamette öküz arabalarıyla kalın paltolarına sarılmış, başlarına boyun atkılarını dolamış, ağır aksak fabrikaya doğru gidişlerini...
Kimse size "bu bir derstir, öğren" demiyor. Yaşıyor ve görüyorsunuz. Belleğinizde derin izler kalıyor ve sonraki yaşamınızda yeri geldikçe, gerektikçe, lazım oldukça imbikle çekip alıyorsunuz...
Türkiye böyle gelişti, böyle kalkındı... İlmek ilmek küspe taşıyarak, çamur içinde çürüyen, donan, ezilen pancarları kurtarmak için gayrete gelerek... Küçük küçük gayretler büyük başarıların habercisi. Batılılar bu olaya "kaldıraç etkisi" diyorlar. Alpullu'daki pancar siloları, aynı zamanda benim kaldıraç vazifesi gören manivelam.
--
Pancar Siloları