Sağlık Sağlık Ocağı Samafor Camii Samafor Mahallesi Sanayağı Sanayi Bölgesi Saray Sarımsaklı Seçimler Sel Afeti Sendika Sera Serbest Evler Seylap Evleri Sıcaklık Sıra Dükkanlar Sinemalar Sit Alanı Sivil Savunma Soğuk Hava Deposu Sozlukce Spor Kulüpleri Spor Tesisleri Soyadı Suyu Su Depoları Süt Fabrikası Su Tesisleri

Sözlükçe (Yolumu Kesenler)

 
alpullu-sozlukce-1
alpullu-sozlukce-2
alpullu-sozlukce-3
alpullu-sozlukce-4
alpullu-sozlukce-5
alpullu-sozlukce-6
alpullu-sozlukce-7
alpullu-sozlukce-8
alpullu-sozlukce-9
alpullu-sozlukce-10
alpullu-sozlukce-11
alpullu-sozlukce-12
alpullu-sozlukce-13
alpullu-sozlukce-14
alpullu-sozlukce-15
alpullu-sozlukce-16
alpullu-sozlukce-17
alpullu-sozlukce-18
alpullu-sozlukce-19
alpullu-sozlukce-20
alpullu-sozlukce-21
alpullu-sozlukce-22
alpullu-sozlukce-23
alpullu-sozlukce-24
alpullu-sozlukce-25
Alpullu'da, Civar köylerde, Babaeski'de, Lüleburgaz'da ve hatta Trakya'da bazı kelimeler özeldir. Bu yörenin insanı olmayan kişiler onlara yanlış mana verebilir veya yanlış anlayabilir. O nedenle Alpullu'nun kitabını okuyacak kişilerin Alpullu'unun terimlerine âşinâ olması gerekir. Tespit edebildiklerim aşağıdaki gibidir:

A be, Abe. Hitap şekli.  Abe Mustafa. Mustafacııım…

Abe yâ…. Farsçadan dilimize geçmiş. Roman vatandaşlar daha sık kullanmakla birlikte tüm Rumeli'nin dilinde...

Aboovvv. Hayret ifadesi. Aman Allah'ım anlamında. Amaniiin…. "Bau" sözüyle ilişkili. Şaşkınlık ifadesi.

Abad. Manevi ikamet yeri. Tanrıya ibadet ve taatle yaşamın geçirildiği yer. Tanrı'ya ibadetin önemsendiği yer. Tanrının zikredildiği veya hatırlandığı, Tanrı'nın yüceltildiği yer.

Abdal. Evrenin, bizim bilmediğimiz üst gerçeklik düzeyinde yaşayan kişi. Bu dünyada ve aramızda ama zihni, gönlü ve fikri başka bir dünyada gezen....

Abit, Abid: Devotee, dindar. İbadetlerini yerine getirme konusunda ihmalkar davranmayan.

Abrar. (Tekil Barr): Yüksek mertebelere çıkmış Derviş. Barr-Kule, BerGule, Bargule: Abdal....  Dünyevi hırs ve isteklerden kendisini arındırmış. Kendisini Tanrı'ya adamış.

Acaip.

Acar, acur. Turşu (Pickles).

Açan (Haçan). Hatta, hepsi. Ne zaman ki, mademki.

Addaya gidelim. Attaya gidelim. Adda Sümercede baba anlamında. Bebeğe söylenen bu söz "Babaya gidelim" anlamında.

Âdet. Gelenek-görenek.

Ade. Küçük kız veya erkek kardeş.

Adi bre. Bir kişiyi hor görme veya yaptığını onaylamama.

Âdi. Amma adi adamsın ha. Düşük derecede, uygun olmayan davranışı gösteren kişisin.

Agam. Yücetme, saygı uyma.

Ağıl. Koyunların tutulduğu ve bakıldığı yer.

Ahem (Ehem). Gırtlağını temizleme, konuşmaya hazırlık yapma.

Ahi. Sufi tarikatında kardeş veya bir diğer üye. 

Aktır benizi götürür denizi: Maacır (muhacir) deyişi. Tas içindeki ayran azaldıkça üstüne su ilave edip yemek bitinceye kadar dayanmasını sağlamak.

Alafilli. Fiyakali, gosterisli, alimli…

Alan taran etti: Karmakarışık etti.

Alem.  Âlemle beraber gelen, bizim için  düğün bayram. Daha sonra El ile gelen şekline dönüşmüş.

Âlem: Sufi kozmolojisinin manevi tabakalardan oluşan evreni.

Allasen. "Bırak allasen…!" Alla-Zenne'den geliyor. Evi terk et, rahibe ol. Allah yoluna gir.

Alivre satış. Ürün tarlada olgunlaşma sürecinde iken yetiştiğinde alıcıya teslim edilmek üzere, güvence parası alınarak yapılan satış.

Angarya. Ücret ödemeksizin ve zorla, baskı ile yaptırılan iş

Amele. Fabrika veya ziraat işçisi. "Amele borusu çaldı" diye bir tabir vardı bir zamanlar.

Anangil. Annengil. Annenlerin tarafı. Ailenin anne tarafındaki akrabaları.

Aaanadın mı veya annadın mı? Anladın mı?

Alık: Aptal, salak. Zayıf çelimsiz.

Andan: Ondan, Andan dolayı: Ondan dolayı

Ankara Gazozu. Çocukluk yıllarımızın sade gazozu.

Angıldamak. Hayvanların toprakta yatıp yuvarlanmaları.

Anlattırıverdi. Anlatmasını sağladı.

Asker Gazozu. Çocukluk yıllarımızın sade gazozu.

Arazöz. Yolları toz kalkmaması için sulamak amacıyla kullanılan araç.

Anca gidersin. Ne derse denilsin dinlenilmeyeceğini belirten söz. Hintçe 'anga' sözünden geliyor.

Andan sonracıma. Ondan sonra.

Ansırmak: Aksırmak, hapşırmak.

Antari, Antariye. Omuzlardan ayak bileklerine kadar uzanan yekvücut kadın elbisesi. Alt picaması, pijaması veya iç don.

Appa. Büyük baba veya babanın babası. Aslı "Bappa"... Başka şivelerde "Babu" büyük baba.... Normal olarak baba'ya hitap şekli "buba".... Babanın kardeşi "bâbâ" veya "bamoğlu"...

Arak. İçk, alkol, ispirto.

Arakladım. Görmeden aldım, çaldım.

Arık. Zayıf, çelimsiz. "Arığın teki".

Ariyet. Belli bir taşınır malın kullanım hakkının, geri verilmek koşuluyla, bedelsiz olarak bir başkasına bırakılması. Emanet verilmesi.

Armutluk. Yoğun armut ağaçlarının bulunduğu bölge.

Artezyen tası. Artezyenden su içmek için orada zincirle duvara bağlı ve bir
kancaya asılmış olan küçük tasçık. Çiftlik artezyeninde sürekli bulunurdu.

Artezyen. Sondaj yapılarak yer altı suyunun yer yüzüne çıkarılmış olan hali.

Aspa (haspa). kız ya da kadınlara şaka ya da alay yollu söylenen bir sözcük. Hintçe Apsara  (semavi/ilahi dansçı) sözcüğünden geliyor olabilir.

Astâne. Hastane

At Kestanesi. Alpullu'da kimlik oluşturan ağaçlardan biri.

Attaya götürmek. Gezmeye götürmek. Necla, uyu yavrucağızım.. Sabah oluyor.. Bak seni attaya götüreceğiz ... Emi benim şeker kızım ...

Atıyo, atıyo… Yalan söylüyor. [ckentse manarkaisa nyagrot-stām ñor atiyaisa lyama ‘on the bank of the river he sat on the grass under a nigrodha-tree’]

Atta. Baba... Atta'ya götürmek aslında "babaya götürmek" anlamında
Avatar. Enkarnasyon.

Aşı toprağı: Renkli badana topağı. Kırmızı veya beyaz.... Evimizin üst tarafındaki tepeden insanlar kırmızı toprak almaya gelirlerdi. Evlerin toprakla bitişen bölümlerine bir metre yüksekliğinde kırmızı veya beyaz kuşak yapılırdı.

Avokat. Avukat

Ayartmak. Doğru yoldan çıkarmak. Zihnine girmek. Şaşırtmak.

Ayazma. Tepelerde, yarlarda kendiliğinden çıkan kaynak suyu veya süzülerek gelen su birikintisi.

Aybeden kazanmış. Haketmeden kazanmış. Aybeci veya haybeci: Bedavayı araştıran kişi...

Aykırı. Alışılmışa uygun olmayan. Epten aykırı gidiyn . Çok aykırı gidiyorsun.

Aylak durmak yok. Boş durmak yok.

Ayol. Kadın, zevce veya eş anlamında. Arapçadaki Iyal kelimesiyle ilintili olabilir. Rahmetli babam anneme sıklıkla "ayol" diye hitap ederdi. "Ayol, iki gözüm"... veya "A be Kadın..." Özbeklerde ayol, kadın anlamında.

Azat Obası.

Az buz değil: Oldukça çok. Küçümsenmeyecek kadar çok. "Malı götürmüş, az-buz değil"

Baba taşı. Mimar Sinan köprüsü'nün köprü başlarında çiftli olarak yer alan, başları sarıklı uzun sütunlar.

Babuşka. Baba-aşuke kelimesinin kısaltılmış biçimi. Baba sözü,  "ana" anlamında. Babuşka, 'ana tanrıçaya aşık olan kimse'. Aşuke, kadın şeyh, kadın mürşide... Yakın zamanlardaki anlamı: "yaşlı Bulgar kadını". Baba-aşîkî sözü daha sonraları Babaeski  'ye evrilmiş olabilir. Babaeski veya Babaaskı, "tanrıçaya aşık olan insanların yaşadığı yer" anlamında. Babaascu, babaya (anaya/tanrıçaya) tapanların yaşadığı yer. Eski Hiht göçmenlerinin yaşadığı bölge veya topraklar. Babaescu, Ala-Puzza, Ala-Bacchi, Bucchi, Ala-Bacı, Bar-Gule, Ala-Zanne, A-Laz-Anne belli bir anlam yumağına işaret ediyor. Bu anlam yumağı, Hint tanrı ve tanrıçalarına ait onlaca kavramı içinde barındırıyor.

Bağır: Göğüs, Sine. "Bağrıma taş bastım." "Bağrına yün koy"

Bağır-bağır: Çaresiz, fayda yok. "Baar, baar hiç çare yok" "baar baar baazım kurudu"

Badi: Ördek. Ne o ööle, badi badi yürüyon?

Bahşiş. Hediye

Bakaim. Bakayım.

Bakıyrîn. Bakıyorum.

Balayki: Bari, keşke, hiç olmazsa, umarım olmaz.

Balsıra veya balsara.  Bostan, asma  veya ağaç yapraklarının güneşe bakan kısımlarının benekli bir şekilde sararması, kahve rengine dönüşerek zaman içinde kuruması.

Baldıran: Kötü kokulu, uzun boylu bir ot çeşidi.

Bana diîl lâzım. Bana lazım değil.

Bangırdamak: Yüksek sesle konuşmak. "Bangırdayıp durma", "Ne bangırdayıp duruyorsun"

Baraka. Sinanlı tarafında, köprü başına toprağa gömülen kalın ağaç direkler üzerinde tahtadan yapılmış küçük dükkanlar. 1956 senesindeki Büyük Sel'de bu barakaların bir kaçı hariç hepsi yıkılmış, sele kapılıp gitmiş.

Bardaş kurmak. Bağdaş kurarak oturmak. Doğrusu "bardaş" olmasına karşın dilbilimcileri sözcüğü yumuşatmışlar. Çocukluğumuzda anamızdan-babamızdan "bardaş kurmak" diye öğrenmiştik. Bir İstanbul Türkçesi var, bir de ailemizden öğrendiğimiz Türkçe.....

Baradari. Dört bir tarafında üç kapısı olan mimari düzenleme. Camilerdeki Müezzin mahfilleri.

Barsak: Bağırsak. "Onun barsaklarını deşcem"

Bayın. Şımarık, nazlı, naif.

Baaz: Boğaz. "Baazım kurudu", "Aç bakaam bazını"

Becayiş: Değiş-tokuş

Begüm, Begum. Soylu Müslüman kadın. Bööke, Böke: Büyük anne. Madam, saygı duyulan kadın. Hanımağa.

Behey! azarlama, çıkışma bildiren bir ünlem. Behey gafil. Behey imansız.

Bent. Ergene Nehri'nin suları önüne çekilen set.

Berbat. Kötü

Berbet etmek. Çok fena yapmak. Bir Çobanı Dağ başında Berbat ettiler

Beyazımtırak. Beyazımsı.

Beygir. (bargir) Dişi at.

Beyhude veya bîhûde. Boşu boşuna

Bıldır. Geçen sene

Bileyrim, be ya... Biliyorum

Bibi. Hanım, bayan, hanımefendi.

Biryani, Büryan plavı. Özel bir plav çeşidi.

Bohça.

Boru. Fabrika bacası. Borunun ötmesi. Mesainin başlama ve bitiş zamanlarının halka bildirilmesi.

Breh, breh… Blah, blah… Vlah vlah… Alah allah… (İbraniceden dilimize r harfi değişikliğiyle geçmiş). Değişik versiyonu Pöh, pöh, pöh… Pah, pah... Vah, vah... Bu ikilemelerin tamamı aynı anlamda. Tanrıya atıfta bulunarak bir olguya veya habere acıma, inama veya inanmama durumunu yansıtıyor.

Brik. Tohum üretme çiftliklerinde müdürlerin kullandıkları tek atlı özel faytın araba.

Boyunbağı. Atkı. Okula giderken sürekli boyunbağı kullanırdım.

Buba. Baba.

(Hint-Orta Asya Türkçesinde "Baba" sözü "Kadın" anlamında da kullanılabiliyor. Baba, "Brahime"  veya "Rahime" anlamında. Yani, "Brahman" inancına sahip olan
kadın demek.  İngilizcesi "Learned Brahman".... Eş anlamlısı Brita (Vrita), Vrica, Vrinci [Termal veya kaynak suyu anlamı da var]…..

Briton  ve Britanya  sözünün kaynağı olabilir. 
Brahmanî – Brahman inancına sahip olan erkek kişi. Brahime, Brahman inancına sahip olan kadın kişi.

Kadınlara verilen Babescu [Babaeski] adları... [Baba] + sonlandırma eki -escu; Ayrıca toponomi adları [Babeni], [Babesti]; Băbescu kelimelerine bakınız.


Bööke, Böke. Büyük anne.

Bugaz. Boğaz. Bugazım aarıyor. 

Bunker. Depo, hazne. Orijinal anlamı sığınak.

Büle. Böyle. "Büle büle" Böyle böyle…

Büsbütün. Çok

Büyük Köşk: Fabrika misafirlerinin kaldığı otel.

Cam güzeli. Bol çiçekli saksı çiçeği.

Cambur cumbur. Bol sıvı ihtiva etme hali

Cazband: Caz müziği çalan orkestra. Veya en azından ilk zamanlarda orkestrayla icra edilen her türlü Batı müziği.

Celep. "Celep denilen adamlar vardır. Bunlar sürü halinde dolaşan  hayvanları gayet ucuz filatla, mal sahibinin elinden alırlar. Buna, alışverişten ziyade  bir kapatma demek daha doğru olur."

Cigara. Sigara

Cip. Aslı Jeep. Fabrikada ve Çiftlik'te yöneticilerin ulaşımını sağlayan askeri cemseye benzeyen araçlar.

Çamaşırhane.  Fabrikaya ve hastaneye ait her türde bezin yıkandığı özel bina.

Çember çevirme. Uzunca bir demirle yerdeki yuvarlar çemberi sürdürme oyunu.

Çeyiz alayı. Çeyiz götürme.

Çıkın. İçine öteberi, para vb. şeyler konup uçlarından düğümlenmiş ufak bez bohça

Çıtı-Pıtı. Ufak tefek, sevimli, hoş kız.

Çıkıcaan mı?. Çıkacak mısın?

Çifçi. Çiftçi

Çisentili havalar. Yağmur çiselemelerinin olduğu Mayıs ayı günlerinin havaları.

Çoban kaldıran. Sarı diken

Çomar, Çamur, Chamars: Hindistan'da "dokunulamayacaklar" grubunda değerlendirilen en alt kast sınıfından olan kişi.

Çotuk. Tohum pancarının kurumuş kökü. Pancar çotuğu. Evlerde yakmak amacıyla kullanılır.

Çul. "Bir çulu yok"

Daa âzını kapamadan. Daha ağzını kapamadan.

Dalak. Kara kovanlardaki arı peteği.

Daltaban. Çıplak ayak

Dalavereci. Dolandırıcı. Alavere-dalavere, işi hep yalan. Sahtekar.

Darlanmak. Sıkılmak, rahatsızlanmak, sıkıntı vermek. Sıkıntısını çıkmak.

Dedim bööle, bööle…

Denk. Tütün dengi. Anlamı bölgeye ve yöreye göre değişmiş. Annemlerin çocukluk zamanında üç dizinin toplamına  "denk" (tonga) denirmiş. Tütünler boylarına göre küçük, orta büyük olmak üzere ayrılır ondan sonra kenevir çuvalları ile sarılır ve üzerinden ince "kındap" (kınnap ipi) ile bağlanır tüccara verilirmiş. Eskiden ufak denklerin ağırlığı 7 kg kadarmış. Sonraları pres teknolojisi gelişince 60 kg'lık büyük denkler yapılmış. Küçük denklerin büyüklüklerine göre ayrılıp üst üste yığılmasına "pastal" denirmiş. Nergüze teyzem öyle diyor: Gruplandırıp pastal yapar, sonra üst üste yığardık.

Depo. Yüksek yerlere suyun çıkması için yapılan ayaklı yüksek su kuleleri.

Devadasi (Dadaş?): (Hintçe) Büyük Hint tapınaklarında bulunan "Mabet Dansçıları"... Genellikle anne ve babaları tarafından küçükken mabetlere verilen. "Kendilerini Tanrı'ya adamış esir/kul kızlar"

Dızmana-Cızmana. Bir tür Balkan böreği.

Difüzör. Kıyılmış pancardan şeker şerbeti elde etmede kullanılan makine.

Diğren, Dîren, Değren. Demirden yapılmış saman veya pancar aktarma, yükleme, boşaltma aracı.

Dikel. Pancar sökme değreni.

Dobişko, Duba. Şişman, kilolu.

Dudu. Hanım veya kız. "Ne o dudu, çatmışın kendini öyle". "Kız ne o halin öyle, kaşlarını çatmışsın. "

Duruca. Duru anlamında. "Ekmek yedim kuruca  / Su içtim duruca / Niyet ettim yarınki tutacağım oruca." (M. Kapılı'dan)

Dutluklar. Alpullu'nun değişik yerlerinde bunun dut ağaçlarından oluşan öbekler.

Düşünüyorun da... Düşünüyorum da...

Ehven. Uygun, elverişli.

El et ineyim. Yardım et ineyim.

Elektirikle tenvir edilmiştir. Elektrik döşenmiştir.

Elleşme. Oynaşma.

Ergene Köşkü. Diğer adı Atatürk Köşkü. Önceleri burada Alman fabrika müdürünün kaldığı iddia edilmiş ama doğru olduğunu zannetmiyorum.

Engâme. Topluluk, cemaat, kalabalık.  Bir daha bu dünyaya dönme imkanı olmayan  hedef toplanma yeri.

Enser. Köşeli çivi.

Ep beleşçi müşteriler....

Epten boş konişii. Çok boş konuşuyor.

Erşey beni buluyo. Her şey beni buluyor.

Etabli. İstanbulâ yerleşmiş Rumlar için kullanılmış bir sözcük

Eyi. İyi. Armudun eyisi…

Eeyy. Seslenme edatı

Fakir. Sufi, Kutsal adam, Derviş. Gezerek insanları Tanrı'nın yoluna davet eden kişi. Sözlük anlamında yoksul.

Feraset. Olacakları manevi olarak önceden sezme, önceden görme.

Ferdası gün. Yarın

Ferhangi, Ferhangi şeyler,  Firangi, Frenk: Yabancı, ecnebi.

Ferverdin. Ocak ayı, Farsça

Feyezan. Sel, su basması,

File. Pazar torbası, pazar çantası. O vakitler poşet yoktu.

Firak. Ayrılış. Tanrıdan veya Sevgiliden ayrı düşme.

Fölçe (Fölche) Havuzları. Fabrikadan çıkan suyu durultmak, süzmek, çökeltmeyi sağlamak için suyun havayla temas etmesini sağlamak üzere yapılan fiskiyeli havuz sistemi. Fabrikadan çıkan suyun sıcaklığını 30 dereceye düşürüyor.

Francala. Tam ortasına boydan boya bıçak atılarak çizilmiş, büyük, 1 kg'lık beyaz ekmek. Daha sonraları uzunlamasına yapılan ve yine ortasına bıçak atılmış ekmeklere de denmeye başladı. Zaman içinde francalanın boyları küçüldü ve francala tabiri kullanılmaz oldu.

Fuad. Manevi anlamda Kalbin en derin yerinde olan. Kalbin derinliklerinde gizli olan.

Gaste. Gazete

Gazino: Lokanta, içkili lokanta, belirli özel günlerde müzik eşliğinde eğlenilen yer. Müzik, dans, yemek yenilen ve içki içilen yer. Duruma göre içkili, duruma göre içkisiz. Duruma göre eğlenceli, duruma göre eğlencesiz. Duruma göre müzikli, duruma göre müziksiz. Çoklu işlevi nedeniyle bazen "lokanta" olarak adlandırılır ve bazen de "gazino"...

Gavs, Ghawth. Yardım eden, yardım sağlayan. Kozmik hiyerarşinin en üstünde olan kişi. Kutup. Zirvedeki kişi. Çok yükseklerde olan.

Geleesin, geleeyim. Geliyor musun, geliyorum.

Getribe. Devir ayarlayıcı dişli kutusu.

Gevrek. Simit veya kıtırık, kıkırdaklı. Kavrulmuş. Çıtır.

Gezeylar. Geziyorlar

Gocuk. İçi kırmızı veya beyaz kuzu yünüyle kaplı ve dışı deri olan kişiyi soğuktan çok iyi koruyan bel hizası uzunluğunda kısa mont.

Golden Sakızı. Çocukluk yıllarımızın meşhur sakız markası. İçinden artiz resimleri çıkardı ve biz o resimlerle alt mı, üst mü oyununu oynardık.

Goygoycu: Bilgisiz olarak, gereksiz yere çok konuşan kimse.

Göğüslük. Siyah okul önlüğü (1960'lı yıllara kadar kullanıldı).

Gözü kör olasıca...

Gün bu gün, saat bu saat, dem bu dem.

Gündöndü Sopası. Fakir hanelerin temel yakacak maddesi. Yıllarca tarlalardan gündöndü sopası topladık.

Güvey. Damat. İç güveyisi. Kızın evine damat gitme.

Ha te öyle. Evet işte, öyle.

Haa! Dur orda. Orada dur, fazla ileri gitme.

Haa. Anlamam haa. Anlamam bak. (behold! Bak) Uyarı edatı.

Hah. Yakaladın, işte buldun. "Hah tam öyle".  

Ha bire: sürekli, ara vermeden, durmaksızın Sümercedeki Habiru kelimesinden geliyor.

Ha bre... Haydi be... Gayret...

Haçan ve Açan. Her ne zamanki.

Hakeza. Ayrıca, onun gibi, bunun gibi. Onun yanında ayrıca...

Haldır-huldur: Aceleyle, dikkatsızce, yakışıksız ve üslupsuzca…

Ham Fabrika. Şeker pancarının kıyılma aşamasına kadar olan bölümü.

Hamail. Kuran kılıfı.

Hankah: Tekke. Sufilerin yatıp kalktıkları yer.

Haftayım. Half time veya devre arası. İkinci haftayım. Devre arası veya ikinci yarı.

Harabat, Harabati, Arabati tekke: Harap olmuş. Yıkılmış, tahrip olmuş.  Tanrı'nın herkesin vakıf olamayacağı çok gizli ilim hazinelerini sakladığı yer. Dervişlerin konakladığı tekke veya tekkeler.

Haramzade. Ekinler veya buğday biçildikten sonra biçerdöğer makinesinden tarlaya düşen ve sonbaharda ekim yapılmaksızın kendiliğinden çıkıp yeşeren tahıllar. Sonbaharda hayvanların çok sevdiği yeşillik.

Harceylar mı? Harcıyorlar mı.

Hattı fâsıl: Sınır hattı veya sadece sınır.

Havaca, Hawaca, Hoca: Büyük öğretmen, Efendim, Sayın, Bay, Saygın kişi.

Hay Allaam Yarabbim. Kişinin, karşısındakine derdini anlatamadığı zaman kendi kendisine söylediği hayıflanma sözü. Her üç kelime de Tanrı anlamında.

Haydee (aydee).. Haydi git veya "yallah git" anlamında. "Haydi be!" Şaşırma edatı.

Haydaa (Aydaa) … İstenmeyen bir sürprizle karşılaşma.

Hergele. Erkek at.

Hergeleci. At Bakıcısı.

Herif. Adam, adamın biri, koca.

Herze. Saçma, sapan söz

Hevenk veya havenk. Bir ipe, bir çubuğa geçirilmiş, dizilmiş veya birbirine bağlanmış yaş meyve ve sebze bağı. Tavanda hevenk hevenk üzümler, elmalar...

Hiçkisi miçkisi yok. İçki içmiyor.

Hidrant. Yangın hallerinde kolay ve hızlı su temin etmek için yeryüzüne doğru çıkıntı bırakılan su yükleme bacaları. Teliçi'nde var ve bir de İtfaye'nin karşısında.

Hüdavendi âzam, padişahi âlem. Allah'ın büyük kulu dünyanın sultanı. 

Hudra baa. Hadi toplanın, yürüyün bre...

Hadra: Bağrışarak, zikirederek ve dans ederek bir araya gelmek. Peygamberin huzurunda olmak. Kubbe-i Hudra: Yeşil kubbenin altında huzurda olmak.

Hayba: Saygı. Tanrının huzurunda huşu ile durma.

Haybe, Haybeden geldi: Bedavadan geldi. Tanrı gönderdi.

Haydari: Dilenci derviş.

Himmet et: Benim için bir düşün. Benim konuma dikkatini ver. Bana, işime yarayacak bir şey söyle. Benim konuma biraz kafanı yor. Bana ilgi göster. Benimle ilgilen. Bana yardım et.

Hubb. Mistik Tanrı aşkı.

Irgat. Rençber. Çiftçi veya işçi. Amele. Beden işçiliği yapan kişi.

İbn-i vakt: Gününü gün eden kişi. Anı yaşayan kişi. Sadece şimdiyi düşünen...

İbik. Kurna. 'Tenekenin ibiği...'

İdman. Spor. İdman etmek. Spor yapmak.

İhsan:Güzel bir manevi yaşam. Muhsin, Muhsine: Bu yaşama sahip olan.

İhtikar. Vurgun yapmak. Muhtekir: Vurguncu. Kovid-19 salgınında 50 kuruşa mal olan yüz maskesini on kat fazlasına satmak örneğinde olduğu gibi. Muhtekir, Şerefsiz. Şeref yokuşunu kişi.

İkrah ettim. Gına geldim. Beni hasta etti.

İlika. Ağaçlara aşı yapıldığında aşıyı sarmak için kullanılan muz ağacının fibrelerinden yapılan bağlama ipi. (Banana Fiber Yarn)

İptidaki. Başlangıçtaki.

İstemeyor. İstemiyor.

İşlemeli mendil. Bir köşesine küçük bir çiçek ve adın başharflerinin işlendiği Kurban ve Ramazan bayramlarında genç kızlara veya çocuklara verilen mendiller.

İtimat ettim. Güvendim.

İzabe koku. Bunker kömürü, ceviz büyüklüğünde yıkanmış kömür.

Kâat. Kağıt

Kabalak: Lacivert renkli bere, Boşnak şapkası.

Kadam. Dost, arkadaş, kardeşim.

Kahya. Çiftlikte işçilerin başında duran sorumlu kişi. Alpullu'nun dilinde "Kâya"...
Kampanya Hakkı. Bütün fabrika çalışanlarına yılda bir kez bir çuval şeker verilmesi (50 kg). Kadrolu ve muvakkat işçilere verilirdi. Çiftlikte çalışanların böyle bir hakları yoktu. Kadrolu ve muvakkat işçiler isterlerse şekeri diğer kişilere göre üçte bir oranında daha ucuza alıyorlardı. Veya toptan satış fiyatı üzerinden alma hakları vardı.

Kalansuva, Qalansuwa. Uzun derviş başlığı, sikke. (Bar-Kula) Suwa= Kadın tanrıça.

Kalender. Kendini Tanrı yoluna vermiş derviş. Gezgin, dilenci derviş.

Kakmak, kak, kakı. İtmek veya kapatmak. "Dekovilleri kakarak getirirlerdi." "kapıyı kakı ver". "Kapıyı kakdın mı?" Küfür sözü.

Kakışma. Atlar için "Git bak kakışmasınlar". Atların oynaşması.

Kakavan. Aptal, budala. Kendini beğenmiş.

Kaltaban. Hileci, düzenci, yalancı, şarlatan.

Kalpazan. Tembel.

Kaltak (Kathak). Nâmussuz, iffetsiz kadın.

Kama. kütüğü yararken yarığa sokulan, yassı, enli ve ucu sivri takoz

Kampana. İstasyonun duvarında asılı olan ve trenin hareket etmek üzere olduğunu bildirmek için kullanılan zil.

Kampanya. Şeker üretim dönemi. Eylül ayından Şubat ayının sonuna kadar.

Kanca. Sulu veya yumuşak topraklı yerlerde pancar çıkarma aracı.

Kancık. Dişi, dişi köpek, güvenilmez kişi.

Kandiller yandı. Ramazanda minaredeki ışıkların yanması. Kandiller bitti yerine ampüller geldi ama, eski bir alışkanlık olarak hala "kandil yandı mı" diye sorarız.

Kanmak. İkna olmak

Kanmadım. İnanmadım, inandırılmadım. İkna olmadım.

Kantin. Fiş yazdırma, vezneye para ödeme ve ödendi makbuzu karışlığı satış yapılan çok bölümlü gıda, et, sebze ve bakkaliye çarşısı.

Karı. Hanım, eş, refika.

Kart Basma. Mesaiye başlama ve bitiş saatlerinin beyaz bir kart üzerine kart makinesi aracılığıyla basılması.

Kasaba. Belediyelik olan yer. İlçe veya belde niteliğinde olabilir. Babaeski bizim kasabamızdır. Biz de Babaeski'nin kasabasıyız. Küçük şehir anlamında...

Katana. Büyük ve iri, şuh at.

Kavuk: Bazı Türk Sufilerinin giydikleri sarıklı başlık.

Kaykılma. Ne kaykılıyorsun orda. Arkaya doğru yaslanarak oturmak. Veya dikili halde bir duvara yaslanarak durmak.

Kepir toprak. Yüzde 30'dan fazla kile sahip kara toprak. İçerisinde kil bulundurmasından dolayı zaman zaman toprak yüzeyinde çatlamalar görülür. Yağmurdan sonra çamur haline gelen, uzun süren susuzluktan sonra ise kuruyup çatlayan bir kabuk oluşturur. Yeterli yağışı alması veya sulanması halinde verimi yüksek bir toprak çeşididir. Bayırlarda değil daha çok düzlük arazilerde bulunur.

Kaynıy. Kaynıyor.

Kekre. Ağzı buran.... Yaban mersini türünden biri olan güvem yemişinin ağızda bıraktığı tat. Aslı "gekra"... Zizyphus Jujuba

Keşkül, Kashkûl: Sufi'nin dilenci kasesi.

Kıladar: Kapı bekçisi. "Ne kıl adamsın" Kapıyı tutup zorluk çıkarıyorsun.

Kınnap. İp.

Kırma Çatı. Teliçi'ndeki evlerden bir bölümünün yüksek eğimli çatısı. İsveç ev tipi çatısı.

Kırlatma. Defetme, kovma, yollayıp gönderme

Kızan, kızanlar. Çocuk, çocular. Oğlanlar. Likya dilinden geliyor.

Kızılbaş: Eskiden Türklerin giydikleri kırmızı şapka veya taç. 16. yüzyılda Batı İran taraflarında görülen bu başlık biçimi Safavi devleti tarafından benimsenmiş ve daha sonra bir kısım Bektaşi dervişlerinin başlarına giydikleri başlık olmuş. Kızılbaş adı verilen "başlığın" kökü Budizm'e ve Budist din adamlarına kadar uzanıyor. Osmanlı zamanında giyilen devlet ve sufi başlıklarına kadar çok geniş bir kitleyi ve alanı etkilemiş. Sufiler onu kızıl renkten buğday rengine veya toprak rengine çevirmişler. Kızıl veya toprak rengi Tanrısallıkla veya Tanrı'yı hatırlamakla ilgili görülmüş, değerlendirilmiş.

Kızılbaş. Kırmızı başlık. Kırmızı başlık giyen sufilere atıf olabilir. Sufiler bu geleneği Budistlerden uyarlayarak kendilerine geçirmişler. 

Kibrit el-Ahmer: Manevi dönüşümü tanımlayan metafor.

Kilit taşı. Sivri kemerin tam ortasında yer alan taş.

Kimse kabaati almıyo üstüne. Kimse kabahati üstüne almıyor.

Kodaman. Bir yerin ileri gelen, para ya da makam sahibi kimseleri için alay yollu söylenen tanımlama. Devlet büyükleri, zenginler, varlıklı insanlar.

Koliba, koleba. Kulübe.

Koloni Kapısı. Teliçi'ne giriş kapısı.

Kopay. Av köpeği. (Kuşu olanları varmış)

Kopil. Kahverengi derisi olan kişi. Kopiçino sözü kopilden geliyor.

Kopuk. Toplum kurallarına aldırmayan, işsiz güçsüz, serseri. "Kopuğun teki.." denir.

Koftor. Tuğlanın piştiği yer veya öpek, tepe.

Kotarmak. Kaldırmak. İşi kotarmak. İşi bitirmek. Sonuçlandırmak. Ortadan kaldırmak.

Kotil, Kotwal. Polis şefi. Moğol kasabasında şehir yöneticisi.

Köftehor. Uyanık, akıllı.

Kulla, Khulla, Kula, Kul: Mahremiyet, Tanrı'yla yakınlık. Barr-Kulla: Tanrı'ya yakınlık.

Kurtuluş Gelini. Alpullu'da 9 Kasım Kurutuluş Günü kutlanır. Sembolik olarak beyaz gelinlik içinde bir kızın da kurtulma törenidir o aynı zamanda. Beyaz gelinlik içindeki kız aslında vatan topraklarıdır. Veya, vatan'ın "harîm-i ismeti"dir. Vatanın kutsal saflığı, dokunulmamış temizliğidir. Vatanı temsil eden beyaz gelinlik içindeki o kızımızın adı Kurtuluş Gelini'dir. İlk kim düşündü ve tasarladıysa yıllardır uygulanır.

Kuyruk. Pancarlar yıkanırken ve arabadan indirilirken yan tarafından çıkan uzantılar ve an alttaki kuyruk bölümleri kırılır. Makineler bunları asıl pancardan ayırır, çünkü bunlarda şeker miktarı azdır. Toplanan bu artıklar hayvanlara yem olarak verilir. Daha çok koyunların beslenmesinde kullanılır. Ton hesabı satılır neredeyse küpe fiyatıyla aynıdır. Eskiden tonu 10 liraya yirmi liraya satılırdı. [KG].

Kukuleta. Tepesi sivri, külah biçimli örme başlık.

Küspe. Şekeri alınmış pancar atığı. Kışın hayvan yemi olarak kullanılır. Hava almaması için üzeri toprakla örtülür, kış boyu için için kendi kendine pişer ve sarı bir renge bürünür. Yığının bir uçundan alınarak kış boyunca hayvanlara verilir.

Küülü. Köylü

Külah, Kukuleta. Yaşlıların giydikleri uzun konik biçimli örme takke.

Kravat. Karyola.

Kırımsa veya Gırımsa. Dolu veya yerel ifade ile Tolu.

Lebaleb. Ağzına kadar.

Lahuti alem: Semavi (Göksel) ilahiyat alemi.

Lak lak. "laklak edip durma." Lak lak diye ses çıkarma. Pat pat sesi. Rüzgarın esmesiyle bir şeyin yalpalama sesi.

Lathi, Lata, Lad, Laz: Sopa, değnek veya cop.

Lota. S kabı, çömlek, vazo

Loda. Saman yığını. Ortasında uzun bir kazık bulunan ve bu sayede yıkılması veya savrulması önlenen.

Lati-lokum. Arapça'da 'boğazı rahatlatan' anlamına gelen 'rahat-ul hulkum' adından zamanla "rahat lokum"," lati-lokum" olarak değişmiş. Makedonya'da "Ratluk" deniyor. Ratluk diye firma markası bile var.

Lalettayin. Özensiz bir biçimde, gelişigüzel, herhangi, sıradan.

Leylak. Erguvan ağacı

Maadâ. Dışında, hariç.  (ondan maada, onun dışında).

Madara. Madara olduk. Rezil olduk.

Mâna bulmak. Ayıplamak. Her şeye mana buluyon. Her şeye mana buluyorsun.  Her şeyi ayıplıyorsun.

Manevra. Tatbikat.

Metro. Metre

Mahdum: Hizmet edilen kişi. Hizmet ettiğimiz kişi. Şeyh, alim. (Bizde yanlış bir şekilde bir babanın çocuğu için kullanılıyor)

Manüplant. Düzenleyici, ayarlayıcı, bugünkü dille operatör. Rafineri manüplantı.

Mari, Moru. Baksana anlamında. Söze başlama edatı.

Mastika. Yunanca "mastika" sözünden türetilmiş. Bir çalıya ait reçine. Romanlara ait bir dans şarkısının sözü. Asıl kökeni Hindistan. Dünyada ezeli bir düzen olduğunu belirtin "astika" kelimesine karşı, dünyada düzen olmadığını iddia eden ve bunu "nastika" kelimesiyle karşılayan kişilerin sözünden evrilmiş.

Matah. Değerli. "Çok matah bir şey sanki" Çok değerli bir şey sanki.

Maazallah. Allah korusun

Mavuna, Mavna. Erzak veya yük nakline mahsus gemi

Mecnun. Cin çarpmış kişi. Metaforik olarak ümitsiz aşka tutulmuş derviş, mistik insan. 

Meczup. Tanrı tarafından çekilen insan

Melas. Filtre edilmiş şerbetten geriye kalan petrol kıvamındaki tortu maddesi.

Memure. Bayan memur

Meret. Ne meret şeymişsin sen be.... Hintçe Marut veya  Marud sözünden geliyor olabilir.


Merabayın. Hepinize merhabalar olsun. Bir gruba hitaben söyleniyor.

Mesaiye Kalmak. Fazla mesai yapmak.

Metre mikabı. Metre küpü

Meymenet. Uğur, iyilik... Meymenetsiz: Uğursuz adam.

Mıstık. "Mustafa" isminin kısaltılmış biçimi. "Mıstaa-fendi": Mutafa Efendi.

Mibzer. Pancar ekme makinesi.

Misafirhane. Fabrika ziyaretçilerinin veya çalışanlarının belli bir süreliğine kaldıkları veya konakladıkları yer.

Montafon. Esmer sığır. Halk Montofon diye söz eder.
Mosmor. Gömkök. Yüzün aşırı ölçüde mor olması.

Muhabbet. Tanrıyla insan arasındaki karşılıklı sevgi.

Mutfak, Mutbak, Kuçe. Çiftlikte yemeklerin piştiği yer. Veya çiftliğin yemekhanesi. Babam çiftlik mutfağında aşçı idi. Burada özel bir anlam kazanmıştır.

Müsamere. Piyes, küçük tiyatro

Nadas. Tarlayı ekmeyip boş bırakma. (Eskiden tarlalar bir yıl ekilir ikinci yıl dinlenmeye bırakılırdı. Annem dedeme "boş bırakmayalım, ekelim" demiş. Dedem de "kızım namaz, nadas mahrum bırakmaz" demiş. M. Kapılı'dan)

Nâhiye, Naaye. Belde teşkilatı.

Naparsız, Naa-Parsız. Ne yaparsınız.

Naapayım, Naa-Payım. Ne yapayım.

Naap-yazmıycak. Nasıl olur yazmaz.

Nanay alırsın. "Alamasın" anlamında.

Nazır. Çiftlik Kahyası.

Ne lanetsin be. Ne muzır insansın.

Nebati yağlar. Bitkisel yağlar.

Nina. Anne

Niyaz penceresi. Türbelerde önünden geçerken içeri bakıp selamlama yapılan, dua okunan ve dilekte bulunulan küçük pencere.

Nur: Işık, Tanrı metaforu.

Nümero, Nümrü. Numara

Okkanın altına gitmek. Haksız yere zarar görmek. Okkanın altına gidersin haa!.

Oktruva. Ticaret amacıyla bir şehre dışarıdan getirilen mallardan alınan "şehre giriş vergisi"dir. Fransızca kökenli bir kelimedir. Osmanlı Devletinde bu vergiye "Duhuliye Resmi" adı verilmiştir.

Öreke. Eğirmek üzere üzerine sümek takılan ucu çatal değnek.

Otlakiye. Mera, hayvanlarının otlatıldığı çimenlik yer.

Pala. Eski bezler. Pala kilim. Eski bezlerden dokunmuş kilim

Palas-Pandıras.

Palaska. Kayış, kemer. Avlu veya kale.

Palaçur. Hırpani giyinen insan. Derviş kılıklı veya meczup.

Pampak. Temiz, saf, katıksız.

Pancar Deereni.  Pancar yükleme ve boşaltma değreni. Uçları yuvarlak ve küttür.

Pancar Sülosu. Pancar yığını. Aslı "silo" fakat bizda sülo diye telaffuz edilir.

Pancar Toomu. Pancarı pancar yapan tohum.

Papur. Kamış. (Hindistan'daki Pambur kasaba adından geliyor olabilir.)

Pasakül. Yanmış kömür atığı, cüruf.

Paspal. Fazla kepekli un. Pespaye. Bakımsız, özensiz.

Paspal. Öküz kafalı, kalın kafalı. Yunanca
Buce-Phalus kelimesinden.

Pastal:  Aynı boy yaprakların üst üste konulması ile oluşan tütün yaprağı demeti. Pastal dengi: Üst üste yığılmış ipliğe dizili tütün yaprağı demeti. Pastal pastal:  Yırtık pırtık

Pat. Divan. "Patın üzerinde" Divanın üzerinde.

Patpat. Su motorundan yapılan, traktör ve romörk birleşimi basit ulaşım ve taşıma aracı.

Patti. Bant. Patika Bant şeklinde küçük yol.

Pate. Bilye, misket veya blez..

Pavyon: İşçi yatakhaneleri, fabrika memurlarının kaldıkları yer, bekar cami imamlarının gece kaldıkları yer.

Payton. Fayton.

Peşkeş. Hindistan'da Astın üstüne hediye vermesi. Türkiye'de "rüşvet" gibi algılanıyor.

Pıçak. Bıçak

Pıtrak. İri zeytin büyüklüğünde meyveleri olan yeşilken ve kuruduğunda üzeri kıvrık dikenciklerle kaplı dikensi alçak boylu bitki. Çok sayıda dökmesi nedeniyle her hangi bir ağacın çok sayıda meyve vermesi de "pıtrak gibi" ifadesiyle tanımlanır.

Pıtız. Sempatik.

Piyanko. Piyango

Polar.Pancardaki şeker oranı. Fabrikanın açıldığı yıllarda " Mevadı şekeriyye" deniyordu. Bir ara "madde-i sükkeriye" kelimesinin kullanıldığını görüyoruz.

Poletika. Politika

Pomad. Merhem

Pöh pöh: Vah vah... Yazıklar olsun.. Yuf olsun...

Prese Bezi. Şerbetten şekeri süzmek için kullanılan kalın amerikenvari bezler. Filtre bezi.

Pudra şekeri. Rafineri şekerin silindirlerde kristallerin ezilmesiyle oluşturulan biçimi.

Pupucuk. Kabarcık. (Popula). "Pupucuk çıkmış"

Putrel. Yapılarda kullanılan demir kiriş direkler. .

Püsküvi, Bisküvi

Rafineri. Koyu şerbet süzülmesinden başlayarak kristal şeker ve melasın üretilmesine kadar geçen evrelerin cereyan ettiği kısım.

Rafine şeker. Saflaştırılmış şeker. Bazılarına göre rafine şeker gıda değil. Sağlığa zararlı. Esas şeker kahverengi şeker ama boyayla boyanan değil. Günümüzde melas eklenerek kahverengi yapılıyor. Doğal değil. Gerçek kahverengi şeker kamış şekerinden yapılan...

Rençber. Çiftçi veya işçi. Amele. Beden işçiliği yapan kişi.

Reyon. Kantinde farklı malzemeler satan bölümlerden her biri.

Riyaziye: Matematik

Rögar. Kanalizasyona inmek ve tıkanıklığı gidermek üzere yapılmış özel baca.

Sabaylen. Sabahleyin.

Salaane. Salhâne veya mezbaha. Yeni doğan yavru köpeklerin atıldığı veya bırakıldığı yer.

Sallapati. Düşünmeden ve saygısızca davranan veya konuşan kişi. Sözcük Hint-Orta asya topraklarından gelen bir sözcük.

Salatin, Selatin: Saray sultanları. Selatin camii... Saray sultanlarının yaptırdığı camiler.

Samafor. Sanafor şeklinde de söyleniyor. Gülbahçe mahallesinin eski adı. Bu ad hemzemin geçitte yer alan duruma göre trenin ve duruma göre yolcuların durması veya geçmeleri için düzelenmiş metal plaka işaret levhaları için kullanılıyordu. Makedonyada Samafori adı veriliyor. Sonraki yıllarda metal işaret levhalarının yerini elektirikle çalışan ışıklı panolar aldı. Kırmızı dur, yeşil geç anlamına geliyordu. Uzun bir tel vardı ve bu tel aracılığıyla istasyondan bu levhalar kaldırılıp indiriliyordu. Daha sonra tren trafiği artınca oraya bir kulübe yaptılar ve bir de bekçi bıraktılar.
Bekçi istasyon yerine samaforu o kulübeden idare etmeye başladı. Ta ki ışıklı samaforlar çıkıncaya kadar.

Santrasyon. (Temizleme) Şerbetin içindeki yabancı ve zararlı maddelerin kireçle tutulması ve bu maddelerin kirece emdirilmesi. Daha sonra şerbetin prese bezleriyle filtre edilmesi.

Sap: Kulp. Sap yapmak: Kolay taşımak için kulp yapmak. 'Baban gaz yağı tenekesine sap yapmıştı.'

Saray. Çok sayıda hanenin iki katlı tek bir bina içine yerleştirildiği kompleks site. Konut sitesi.

Sarımtırak. Sarıya çalan

Satı, Sati, Satı kadın. Dul kalan kadının yakılması. Yakılan dul kadın.

Şeker-İş - İş Bankası,  sermaye koyduğu şeker fabrikalarını bu terimle tanıtıyor ve  o kategoriyi Şeker-İş olarak tanımlıyordu. Daha sonra bu terim bu sektörde faaliyet gösteren sendikacılar tarafından benimsenecektir.

Serpantin. Kutlamalar için kullanılan renkli dar enli şeritler. Kısa veya uzun kesilebilir.

Serpuş, Sarpeche: Türban mücevheratı veya süsü.

Seylap Evleri. Sel evleri.

Seyyah: Turist

Setre. Çuhadan dikilmiş, düz yakalı, önü ilikli bir tür ceket

Sığırtmaç. Sığır güden kimse, sığır çobanı. Halkın dilinde Sırtmaç.

Sırnaşık. Can sıktığına, rahatsız ettiğine aldırmadan bir kimseden sürekli, yalvarırcasına istekte bulunan ve bu isteğinde direnen. Biz
sümdük deriz bu kişilere.

Şilte. Minder.

Sinir ediysin beni. Beni sinir ediyorsun. Beni sinirlendiriyorsun.

Şişirmek. "Kendini ne şişirdin öyle".  Çocuk gibi davranmak. Surat asmak.

Şişinmek. Hava atmak. Sarsılarak havalı bir şekilde yürümek.

Somak. "şişirmiş somağını...!" yüz, çehre, burun. "Çakacam şimcik somaana" Yün eğirmede kullanılan öreke adlı çubuğun takıldığı
taban tahtası.

Sovan veya Suvan. Soğan bitkisi.

Sovuk. Soğuk

Su cenderesi. Buharlı lokomatiflere su yüklemek için kullanılan yüksek tulumba.
Sümek. Örekeye takılan yapağı parçası.

Suhunet. Sıcaklık

Suvare veya suare: Akşam yemeğinden sonra yapılan içkili, müzikli, danslı toplu eğlence.

Sunturlu yalan. Gösterişli yalan, müthiş yalan.

Sülale. Soy, sop

Sümdük (sündük). Aptal, salak, samsık

Şahane. Tanrının sıfatı "kerim"  gracious. Gezel, nazik, kbar. Yardım eden, merhametli. Muhteşem.

Şeker Hakkı. Pancar eken çiftçiye getirdiği ton başına 20 kg şeker hakkı verilirdi. Pancar parasından ayrı olarak çiftçinin şeker hakkı vardı. Çiftçi çok pancar getirdiği zaman Şeker Hakkı'nı satıyordu. Veya bu hakkı akrabalarına komşularına veriyordu.

Şal, Choli. Hindistan'da şeffaf ince bluz.

Şalama. Alev tabancası.

Şayak. Kaba dokunmuş, dayanıklı bir çeşit yün kumaş veya bu kumaştan yapılmış elbise. Kahve renkli aba kumaş

Şehremini. Belediye başkanı (Semte bu adın verilmesi ilginç)

Şeker santrifüjü. Şekerin içindeki yabancı maddeleri yüksek dönme hızıyla şuruptan sıyırıp atan makine.

Şekerhane Mahzeni. Fetih esnasında tahrip edilen şekerhane mahzenlerinin, şeker kamışından alınan mahsulün muhafazası için, yeniden inşasına dair Kıbrıs defterdarına yazılan hüküm.

Şırlan yağı veya şırlağan yağı. Sıvı yağ. Aslı susam yağı olmasına karşılık halk zeytin ve Ayçiçek yağına da şırlan yağı demiştir.

Şilte. Minder

Şinik. Tahıl için kullanılan 15 kilogramlık ölçek.

Şimşirek. Şimşek. Şimşirek çaktı.

Şiştırpan. Topaç

Şlam Çukuru. Töz kömürün suyla karışarak koyu renkli bir bataklık oluşturması. Pazar yerinin dereye bakan bölümü. 

Şlempe. (Alm. Schlempe. a. kimya). Tanelerin, melasın fermantasyonuyla veya damıtma yoluyla alkolün alınmasından sonra geriye kalan çok sulu hâldeki lapa.

Şokola. kakao, şeker, su ya da sütle yapılan içecek.

Şükûfe. Çiçek minyatürleri.

Süleyim mi. Söyleyeyim mi.

Tabldot. Seçmesiz yemek, fiks menü. O gün programda ne yemek varsa o.

Tabe. Tabii

Tabye. Köprünün üzerinde yürünen taban taşları.

Tahrir. Sayım. Nüfus tahriri: Nüfus sayım

Takke, Taqiya: Örtme. Sufi baş örtüsü.

Tamam beyâ. Tamam, oldu.

Tam sopalık. Dayak istiyor.

Taralelli. Zihni hafif uçmuş. Sağlıklı düşünemeyen. "Kafası Taravelli"... Hop taralelli taralelli, taralay lam

Tartur, Tantur: Uzun konik biçimli şapka. Özellikle Haydarilerin ve ilgili grupların giydikleri türden....

Tava Ekmek. Siyah teneke tavalar vardı. Ekmek hamuru bu tavaların içine konur o tavaların içinde pişerdi. Bazı aileler tava ekmeğini tercih ederlerdi. Çoğu kez ikisinin de tadına bakmak isterdik. Bir gün francala almışsak ertesi günü tava ekmek alırdık.

Tavla. Çiftlikte atların bakıldığı yer.

Tayın. Askeriyede askerler için ve çiftlikte ise çalışan işçiler için çıkarılan, esmer buğdaydan yapılan, küp biçimli kara ekmek. 1952'de fiyatı 10 kuruş Beyaz ekmeğin fiyatı ise 30 kuruş. Üç kat daha pahalı. Çiftlikte çalışan herkesin günlük iki tayın hakkı var.

Tebelleş olmak. (Dubash): Yorumcu olmak. Her sözüne bir mana vermek, mana getirmek.

Tee orda. İşte orada.

Teferrüç. Balkon. Köprünün tam tepesinde insanların oturarak çevreyi seyrettikleri bölüm.

Teliçi.  Koloni evleri veya site evleri. Örgülü tel sınırlarla koruma altına amlınmış olması nedeniyle böyle adlandırılıyor.

Tepir. Evaparatör. % 13-15 oranında şeker içeren sulu şerbeti buharlaştırma yöntemiyle şeker oranını %60-65 oranına gelecek şekilde yoğunlaştıran cihaz. İşlemin adı "yoğunlaştırma" ve "koyulaştırma" . Tepirleme, yoğunlaştırma işlemi..

Tepişme. "Tepişip durmayın"

Terane. Bıkkıntı veren söz

Terzi, Derzi. Elbise diken kişi.

Tezkere: İki kişinin taşıdığı kollu malzeme taşıma aparatı. Eskiden el arabası olmadığı için tuğla, taş, kerpiç, çamur veya harç taşımak için  uzun kolları olan bu aparattan yararlanılırdı.

Tetenek ali: İnce topaç veya şiştirpan.

Tıngır-mıngır: Yavaş, düzenli bir biçimde yol almak.

Tırsık. Ürkek, çekingen. İçine kapalı.

-tırak. Mavimtrak, sarımtırak, yeşilmtırak. İlgili rengi andıran.

Tongaya oturdu. Afrikada Suri tribe Stick-fighting events like the 'Zegine' (or 'Saginay', also commonly known as Donga, the Amharic name for the stick fights) take place to train boys and young men

Traak. "Traak diye kafasını çarptı". Kütt diye kafasını vurdu. Taak veya küüt anlamında vurma sesi olarak.

Tooom Pancarı. (Tohum pancarı)Tohum elde etmek amacıyla dikilen pancar.

Tomar. Yoğın, küçük bir tepe veya dağ. (Bir tomar para...). Yunanca "tomaros" sözünden geliyor ve onlar ise Sümerlilerden almışlar. Sumar…

Toslaşmak. Kafa kafaya çarpışmak

Tööbe rabbim. Tövbe ya Rabbim.

Tuğyan. Sel veya seylap... Ortalığı suların kaplaması. Feyezan veya taşkınlar.

Türkya. Türkiye, Türkya'nın payitahtı Ankaradır.

Tütsü körüğü. Arılar için tütsü körüğü.

Üle be ya. Öyle be yahu...

Üstübü.  Uzun lifli  yüksek derecede emme özelliğine sahip pamuk ipliğidir. Yağ, boya, solüsyon vb. kirli malzemeleri temizlemek için kullanılır.

Uşak. (1) Ev işlerine yardım eden bakıcı. Maaşlı kişiler olmaktan çok, ailenin bir üyesi gibi olan yardımcılar. Kahya... (2) Çocuk veya çocuklar anlamında.... "Uşşagım" ifadesi...  (Buğday tohumunu taraya atarken tohumu az attığını annem dedeme söylemiş. O da, "uşağın çoksa seyrek, hayvanın çoksa sık at" diye cevap vermiş) M. Kapılı'dan

Vagon şeker. Bir vagon şeker ilk zamanlarda 8 ton imiş. Daha sonra 10 tona çıkarılmış.

Vaveyla.  Çığlık, feryat. Gürültü, patırtı.

Ventil. Sıcaklık yada basıncın belirlenen limiti aşarak istenmeyen sınıra geldiğinde sistemin tahliyesi için devreye giren açma kapama düzeneğine verilen ad.

Veresiye. Parası ilerde ödenmek üzere

Veriiyrın. Veriyorum (ağız, şive)

Volan. Çevirme direksiyonu. Fransızca “Volant” kelimesinden geçmiştir. Bir hareketi bir mekanizmaya aktaran veya makinelerde hareketin hızını düzgün tutmaya yarayan tekerlek.

Ya herru, ya merru.

Yaba. Ağaçtan yapılan diğren.

Yakşi, Yahşi, Yakshi, Yakaza: Güzel. Hidularda kutsal ağaçlar ve göllerle ilgili doğurganlık tanrıçası.

Yavan. Tatsız. Etsiz yemek yavan oluyor.

Yankesici. (Yankapshti). Gördüğü, bulduğu herhangi bir açıklıktan giren kişi.

Yana yakıla. Sesli bir şekilde dile getirmek.

Yananı görür Allah.

Yana yana. Döne döne, tekrar tekrar.

Yere muşamba sererler. Yere sert plastik muşambanın serilmesi.

Yokarda. Yukarıda.

Yollan. Yola çık. Hadi yollan bakalım.

Yuurt. Yoğurt. Rahmetli babam böyle telaffuz ederdi. Yuurt katık. Yoğurtun katık olarak kullanılması. Katı yuurt. Normal yoğurt.

Yuha, Yuhalamak. Yuh çekmek.

Yuveylar, yuveyler. yığıyorlar.

Yüklük. Yatak ve yorganların yığıldığı yer veya dolap.

Yüksek Fırın. Kireç taşı ile kömürün aynı zamanda yakıldığı yer.

Zang zung, veya dang dung yapma. Gürültü çıkarma uyuyacağım.

Zamazingo. Adı bilinmeyen veya tanımlanamayan eşya veya araç-gereçler için kullanılan sözcük.

Zam zim zum. Gizlice, çaktırmadan içki içme

Zebella. İriyarı, uzun, biçimsiz, korkunç

Zındık: Serbest düşünceli. Şeriattan sapan. Kimi zaman Sufilere fatura edilen lakap.

Zıpır. Yaramaz. Zıpır çocuk. Yaramaz çocuk.

Ziba. Süslü, yakışıklı, güzel; Sergüzeşt-i Ra'na ve Ziba (Gül-ziba güzel gül) Güliz kelimesi gülziba' dan geliyor olabilir.

Zobi, Dobi. Çamaşırcı

Gariki bahri nisyanım. Dahilek Ya resulellah.












--
A B C D E F G H ...I... K L M N O P R S Ş T U Y Z