Çocuk oyunlarından söz etmek istiyorum... Kimisini erkekler , kimisini ise daha çok kızlar oynardı. Ve bu arada ortak oynadığımız oyunlar olurdu. Hatırladığım ve çevremdeki insanlardan bilgi aldığım kadarıyla yazmak isterim.

Pate oyunu. Erkek çocukların oynadıkları bir tür bilye oyunu idi. Ona çeşitli adlar verirdik. Önceleri Pate derdik. Sonra Burgaza, Babaeski'ye gidince oradaki çocukların o küçük yuvarlağa başka adlar verdiklerini görmüştük. Bizim pate'miz onların cimgöz veya camgöz'ü olmuştu. Zımzık diyenler vardı ve en son bilye kelimesi yerleşti. Bizim ilk Pate'lerimiz fabrikadan çıkmıştı. Babam bir gün eve bir avuç taş pate getirmişti. "Bunlar fabrikadan atılmış, al bunlarla oyna" demiş ve bana nasıl oyanacağını da öğretmişti. Yıllar sonra, o patelerin fabrikada "tepir" adı verilen bir bölümden çıkarıldığını öğrenecektim. Tepir'lerin en üstünde bir bölüm varmış. Şerbetin kaçmaması için o bölümde raşing halkaları kullanılıyormuş. Bu taş pateler oralarda bir yerlerde imiş. Eskiyen, yıpranan, kırılan taş pateler çıkarılıp atılırmış. Çarşı Kahvesi'nde görüşüp bilgi aldığımız fabrika çalışanlarından biri söze girdi: "Pateler teliçinin orada çuvalla duruyordu. İnsanlar ordan avuç avuç alıp oynamaları için çocuklarına götürüyorlardı" dedi. Donuk beyaz renkli taş patelerdi, normal bilyelerden biraz daha büyük olurdu. Küçük bir çocuğun başparmağı ile işaret parmağı arasında yerleştirmek için büyük sayılırdı, ama yine de oyanamağa çalışırıdık. Taş patelerin ömrü uzun olmadı. Onlarla bir sene kadar oyalandığımı hatırlıyorum. Sonra  bütünüyle tedavülden kalktı.

Kulik. Veya Kullik... Ben kulik diye hatırlıyorum. Bazıları "çift le" harfiyle söylüyorlarmış. Misket oyunu idi. Bunun için yere çakınızın ucuyla veya bir cubuk aracılığıyla 5, 6 cm derinliğinde küçük bir çukur açarsınız. Bu çukurun adı "kulik" tir. Sonraki çocuklar kulik kelimesini terk ederek "çukur" sözcüğünü kullanmaya başlamışlar. Kulik açıldıktan sonra üç metre uzaklığa düz bir çizgi çizersiniz ve kulik'in oradan patelerinizi çizgiye doğru atarsınız. Çizgiye kim en fazla yaklaşırsa o birinci lun ve oyunu başlatır. Birinci belirlendikten sonra bu kez çizginin yanına gelir ve pateye başparmağı ile işaret parmağı arasına alarak ayaktan kuliğe doğru atarak onu çokura sokmağa çalışır. Eğer sokarsa oynadığı arkadaşının bilyesini alır. Pate kuliğe girmezse diğer arkadaşı bilyesini atar. Onunkisi de girmezse sıra tekrar birinci kişiye gelir ve onun patesine vurmaya çalışır. Vurursa onu yenmiş sayılır ve patesini alır. Bu şekilde pateyi çok iyi oynayan kişilerin kazandıkları çok sayıda patesi olurdu. Patelerimizi sayardık. Benim yirmi patem var. Benim 1 tane. Küçük bir çocuk "babam bana pazardan alacak" diye hayıflanırdı. Önemli olan pazardan almak değil, kazanmaktı. Mahalle çocuklarını yenmek ve pate zengini bir kişi olmaktı...

Yedi Kiremit. Eskiden evlerin çatılarında klasik kremitler olurdu ve bunlar çabuk kırıldığından evlerin etrafında çok sayıda kiremit kırığı bulunurdu. Evimizin eski kremitlerini traktör tutup bir kaç traktör halinde çöplüğe attırdığımı hatırlıyorum. Kiremit bol olunca oynadığımız oyunlardan biri de yedi kriemit oyunu idi. Kız erkek hep birlikte oynardık. Değişik büyüklüklerdeki kiremit parçalarını üst üste dizdikten sonra üç dört metre uzağa bir çizgi çizer, birinciyi belirlemek için önce çizgiye başka kiremit parçalarıyla atış yapar ,irinci belirli olduktan sonra üst üste dizdiğimiz yedi kiremidi devrmeye çalışırdık. Daha sonraki yıllarda çocuklar kiremitleri lastik toplarla devirmeye başladılar. Kiremitler devrilince sevinç çığlıkları, koşuşturmalar, yeniden dizmeler... Sallandı, sallandı ama düşmedi... Bir tane düştüü hepsi düşmedi sayılmaz, demeler... Mızıkçılık yapma, mızıkçılık yapıyorsun sözcükleri...

Çember çevirme. Kurşun kalem kalınlığında bir demir daire şekline getirilir ve birleşme yerine pürüz olmayacak şekilde kaynak yapılırdı. Dairenin çapı değişik olurdu. 20 cm ile  30 cm arasında değişirdi. İlk dairem 30 cm'lik büyük bir çemberdi. Sonra onu kaybettim. Bilmiyorum ne oldu. Sonra babam çiftlik kooperatifinde 20 cm'lik başka bir daire yaptırdı. Dairenin tamamlayıcısı "tel" adı verilen bir başka araçtı. O da kalem kalınlığında ince bir demirden yapılırdı. Ucu bir U harfi gibi kıvrımlı idi ve U harfinin sağ bacağı kola doğru gelen bir uzantıya sahipti. Tutamak yeri kolay tutulsun diye kıvrılırdı. Böylece tutmak yerinden tutar o bölümünü çemberin sırtına verir ve çemberi bir tekerlek gibi döndürürdünüz. Sadece dördümüz, koşarak döndürürdünüz. Kendinizi bir kuş gibi uçuyor hissederdiniz. Çember çevirmenin öyle bir zevki vardır. 

Gelincik Şurubu. Belki bir oyun değildi ama eğlenceli uğraşılarımızdan biri idi. Sayıt Aga'nın tarlasından kırmızı gelincik çiçekleri toplar ve Gelincik Şurubu yapardık. Yapraklarını özenle tek tek koparır, iyice yıkadığımız bir şişenin içine doldururduk. Sonra içine su koyar ve güneşlik bir yere bırakarak rengini ve tadını suya vermesini sağlardık. Şişenin içine orta bolümde yer alan siyah göbek bölümü girerse acı olurdu. Gelincik şurubunun tadı biraz "buruk" olurdu ama, yine de onun tadına bakmaktan büyük haz alırdık. Şurup olduktan sonra şişeyi evde kevgirden geçirerek süzer, kırmızı şerbetin içine şeker katar  ve onu içerdik. Çok lezzetli bir şey değildi ama biraz olsun içerdik. Sonra beğenmez dökerdik. Dökerdik, ama bu kaz başka bir şişe gelincik şurubu yapmaya başlardık. Bu iyi olmadı yenisini yapalım derdik. Şurup yapma eğlenceye dönüşürdü. Halam gül reçeli yaptığı zaman içine gelincik yaprağı koyardı. Gül yaprakları yeterince kırmızı olmadığı için takviye yapardı.

Alt-üst oyunu. Kibrit kutularının renkli üst kapaklarını keserek onları küçük kartlar halinde biriktirirdik. Bir demet kartımız olurdu. Sonra çocuk arkadaşlarımızla alt mı üst mü oyunu oynardık. Bunun için önce bir resim seçer bu resmi karşımızdaki arkadaşımıza gösterirdik. Sonra o resmi arkamızı dönüp onun göremeyeceği bir şekilde demetin ya altına veya üstüne ters kapayarak yerleştirirdik. Demeti elimizle sıkı sıkıya kapatarak arkadaşımıza sorardık: "Alt mı, üst mü?" Bunun anlamı şuydu. Sana gösterdiğim o kartı demetin altına mı koydum, yoksa üstüne mi? Arkadaşımız, mesela "alt" derdi. Demetin en altında yar alan kağıdı açıp bakardık. Eğer bilmişse o kartı o alırdı. Bilememişse bu sefer kendi kartlarından bir kartı bana verirdi. Bu şekilde kart kazanır, kart zengini olurduk. Eğlenceli bir oyundu. Özellikle kibrit kartları çok çeşitli olduğu zaman onların rengarenk görüntülerini inceler ve bir şeyler anlamaya çalışırdık. Aynı oyunu Golden sakızlarından çıkan artist kartlarıyla da oynardık. Daha sonra Golden sakızları hayvan resimleri, araba resimleri, motosiklet resimleri gibi başka görsel malzemeler vermeye başladı. İlkokuldan orta okula geçerken bu oyunlar da tarih oldu ve unutuldu.

Duvar atmaca. Oyunun adı böyleydi. Elimizdeki kibrit kutusu kartlarını alır arkadaşımla birlikte bir duvarın yanına gelir içinden bir kart alarak onu göğüs hizasında duvara yapıştırır ve sonra serbest bırakırdık. Kibrit kutusu kartı helezonik daireler çizerek veya uçarak yere düşerdi. Sonra arkadaşım aynı işlemi yapardı. Hangi iki kart üst üste gelmişse onları çakıştıran kişi kartları alırdı. Bazen kartlar çakışmaz yerde epey kart birikirdi ve bırakılan son kart eğer çakışırsa yerdeki bütün kartları çakıştıran kişi alırdı. Kart zengini olmak için bu oyunu oynardık.

Çelik-çomak. Kısa olan çubuğun adı çelik, uzun olanın adı ise çomak. Ağaç dallarından küçük dal parçaları keser çelik ve çomak yapardık. Çelik biraz eğri olurdu ve kalınlığı genellikle başparmak kalınlığında olurdu. Her iki yandan uçlarını biraz sivriltirdik ki gerektiğinde bu uçlarına vurarak çeliğin havalanmasını sağlayalım. Çomak, kol boyu uzunluğunda olurdu. İki kişiyle birlikte oynanır en çok kimin çeliğe vurduğuna göre galip belirlenirdi. Bunun için ünce toprağın için enlemesine küçük bir çukur açılır ve çelik bu çukurun üzerine konurdu. Sonra çomakla çelik havaya kaldırılır ve havaya kalktığı zaman çomakla var gücümüzle vurularak mümkün oluğu kadar uzağa atılmaya çalışılırdı. Sonra kaç adım uzağa atıldığına bakılır en çok uzağa atan oyunu kazanırdı.

Karpit Çukuru. Bilgiler eski Belediye Başkanı Erdoğan Duygan'dan... Bir konserve kutusu büyüklüğünde derin bir çukur kazardık. İçine su doldururduk. Toprak suyu emer. Sonra doyuncaya kadar tekrar su doldururduk. Çukurun içine kibrit kutusu büyüklüğünde karpit koyardık. Karpiti ya kooperatiften veya fabrikadan temin ederdik.  Dibine delik delinmiş konserve kutusunu ters çevirip çukurun üzerine kapatırdık. Sonra kutunun etrafını çamurla sıvardık. Bir süre sonra uzun bir sopanın ucuna paçavra bağlayıp paçavrayı gaza batırırdık.  Paçavrayı tutuşturup uzak mesafeden deliğin üzerine tutardık. İçeride genleşen gaz kutuyu patlatır, havaya fırlatırdı. Biz de o sırada gülüşür hurra diye bağrışırdık. Halit Ataer gençliğinde bu oyunu oynarken karpit kutusu patlamamış. O da yanına gitmeye kalkmış, niye patlamadı diye. Derken o anda patlamış ve kutu alnına isabet etmiş. Bu yüzden alnından tedavi görmüş.







---

Oyunlar

 
alpullu-oyunlar-1
On Dokuz Mayıs On Evler Onbeş Evler Onuncu Alay On Para Orkestra Orman Ortaokul Otel Osman Karabıçak Otlar Otoray Otuzbir Evler Oyunlar Öğretmen Evleri
A B C D E F G H ...I... K L M N O P R S Ş T U Y Z