Avcılık Kulübü

Trakya'da "avcılık" diye bir olay vardır. Küçüklüğümde avcılık elbiseleri ile gezen ve bazen yan taraflarındaki kancalara takılmış ördeklerle avdan dönen insanlar görürdüm.

Avcılık Osmanlıdan gelen bir gelenek. Cumhuriyet döneminde de yeniden örgütleniyor ve "kulüp" olarak adlandırılıyor. Avcılık Kulübü. Bir ara babam da avcılığa merak salmıştı. Ruhsat alınması gerekiyordu. Mavi renkli üçe katlanan bir şekilde avcılık ruhsatı almıştı. Tüfeği var mıydı, bilmiyorum. Sanki bir ara tüfeği de vardı. Fakat çok uzun kullanmamıştı. O yıllarda avcılık hem bir hobi, hem de eve maişet sağlamanın bir aracı olarak görülüyordu.

1933 yılında Edirne'de Avcılık Kulübü kurulduğunu görüyoruz. Fakat bu alışkanlık çok eski, belki Dördüncü Murat zamanına kadar uzanıyor. Trakya'da avlanma diye bir olgu var. Dördüncü Murat diyorum ama belki Bizans'a kadar ve hatta ondan öncesine uzanıyor. 
----
Avcılık Kulübü'nün başkanı Rasim Vardar'la konuşuyor, bilgileri kendisinden alıyorum:

"Alpullu'da avcılık çok eskiden beri varmış. Fakat bizim kulübümüz 1999 yılında kuruldu. Avcılık Kulübü'nün binası Gülbahçe Mahallesi'nde Ahmet Ali Koç'un kahvesiydi. Avcılar orada toplanırlardı. Akşamları bir araya gelip çay içer, sohbet ederlerdi. Kulübün resmi adı "Alpullu Doğayı Koruma ve Güzelleştirme Derneği" idi.

Kurucular heyetinde yedi kişi vardı. Esas destekçimiz, Günnur Tekstil'in sahibi Atilla Tunca bey idi. Raşit Demirel, Lütfü Gülşen, Rasim Vardar, Ahmet Ali Koç, Taner Tunca, Tunç Tülüce heyette yer alan diğer üyelerdi. 

Kulüp 2014 yılında kapandı. Üyesi kalmadı... Üyelerden para almıyorduk. Senelik o zamanki parayla beş milyon lira gibi bir aidatı vardı... Bugünkü parayla 5 TL diyelim. Çok cüzi bir şey...

Avlanmak için değişik yerlere giderdik. Ördek avı için İpsala'daki Gala Gölü favori yerimizdi. Yedi kişi oraya gider barakalarda konaklardık. Sabah alaca karanlıkta dört ördeği geçmemek şartıyla  "uçar avı" yapardık. Bi defasında 270 fişek attığımızı hatırlarım... Kış mevsimi... Namlu eksi yirmi derecede ateş gibi olurdu. Avımız verimli geçerdi, hepimiz elleri dolu dönerdik. Çünkü, sertifikalı trap atıcısı idik.  Trap "plaka" demek. Bununla ilgili bir spor dalı var. Yaylı bir makine plakayı fırlatıyor ve avcılar da onu havada vuruyorlar.

Kurtuluş Bayramı öncesi toplu olarak ava çıkardık. Vurulan tavşan, domuz ve ördek gibi yaban hayvanlarını resmi geçit sırasında, traktör üzerinde sergilerdik. Törene en az 15 kişi av kıyafetleriyle katılırdık. Hepimizin av tezkeresi vardır. Tezkeresiz avcılık yapamazsınız.

Kaliteli av tüfeklerimiz vardı. Hepsi ithal malı... Türk silahları eksi yirmi derecenin altında iflas eder, atamazsınız. Beş mermi atsanız, şişer... İtalyan Parazzi marka silahımız vardı ve en pahalısı oydu. On beş, yirmi bin dolara satılıyordu. İki mermi alan çifte trap silahıydı. İtalyan Baretta 3+1 mermi alıyordu, fiyatı iki bin dolardı. İtalyan Franki bin beş yüz dolarlık bir silahtı ve 4+1 mermi alıyordu. Yine İtalyan Faber marka silah vardı. Bin yüz dolara satılıyor, 3+1 mermi alıyordu. Silahlara gözümüz gibi bakardık... Onlarla övünürdük.

Gümeye giderdik... İki buçuk - üç metre yüksekliğinde ve  bir buçuk metre genişliğinde çalı çırpıdan yapılmış gümelerimiz olurdu. Ergene kenarında, çeltik tavalarının orada... Özel olarak göl yapardık. Ördekleri ve kazları yukarıdaki hayvanları yere indirmesi için canlı olarak bir kazığa bağlardık. Bağrışmaya başlayınca ördekler yere inmeye çalışırlar ve biz de onları vururduk. 50 ördek, 30 kaz bağladığımız olurdu...  Güme'de en fazla 15 gün kalırdık. Ortalama kalış süremiz üç dört gündü... Yiyeceklerimizi, suyumuzu yanımızda götürürdük. Yanında içki getirenler olurdu. Alpullu'nun bir zamanlar on kadar güme'si olmuştu...

Avcılar kendi aralarında rekabet ederlerdi. "Ben çok vurdum, hayır sen değil, ben daha çok vurdum" muhabbeti... Her güme'de en az iki kişi kalırdı. Gümenin içi evden daha güzeldi. Maun ağacından özel somyalar yaptırıyorduk. Evdeki gibi "pamuk yatağımız" vardı.  Güme mevsimi Aralıkta başlar Şubatta biterdi. Bir dönemde en az 50 kişi gümeye çıkardı. 1994 kışı yaşadığımız en verimli dönemdi. O yıl eve, çantalarımız tıka-basa ördek dolu döndük.

Tavşan ve bıldırcın avına çıkardık. Ağustos'un 15'inde Karabatak mevkiine gider, bütün tepeleri kolaçan ederdik. Sekiz on kişi olurduk... Gündüzleyin.... Yanımıza kopayları alır öyle giderdik. Av köpekleri tavşanları sindiği veya saklandığı oyuklardan çıkarır, biz de vururduk. Nadırlı, Pancarköy çevresi tavşan avlama bölgemizdi.

Bıldırcın avı 3  Eylülde başlar 10 Kasım'a kadar devam eder... Kuş sürüleri Rusya'dan kalkıp  Mısır'a doğru göç ederken Alpullu'nun üzerinden geçerler. Bıldırcının uzun uçuş için  tam da yağlanmaya başladığı zamandır. Onları yere indirmek için teyp kurardık. Geceleri uçarlar, teyp sesini duydukları zaman yere inerler. "Kılavuz kanalını" kullanırız. Bıldırcın kuşlarının kılavuzu vardır, onun peşinden giderler. Kılavuzun sesi  diğerlerinden farklıdır. Karga gibi "gak" diye öter. Bildiğimiz karga sesi çıkarır. Bıldırcın kuşundan biraz daha büyüktür ve kesinlikle vurulmaz. Önce kılavuz iner ve daha sonra diğer bıldırcınlar... Kılavuz bıldırcının eti ekşidir, yenmez. Bıldırcınlar yere inip konunca sabahı bekleriz. Erken saatlerde köpeklerle kuşları havalandırıp ateş etmeye başlarız.

Eylül-Kasım ayları arasında bıldırcının eti yağlıdır, çok  lezzetli olur. Yemeğe doyamazsınız. Eti C vitamini yönünden zengin tek canlıdır.

Bıldırcın avına en az 20 kişi giderdik. Gelibolu, Evreşe taraflarına... Çantamızda bıldırcın olmadan eve dönmezdik.

Hepsi geçmişte kaldı... Hayvan haklarının önem kazanmasıyla birlikte avcılık da öldü. Günümüzde daha çok zararlı hayvanlar vuruluyor."
---
Erdoğan Duygan anlatıyor: Mehmet Bedirli Avcılar Derneği başkanıydı. Arkadaşlarıyla birlikte ava gidiyor. Hepsi avcı hikayeleri anlatıyorlar. Fakat, aslında hiç bir şey vuramamışlar. O bölgede hayvan otlatan bir çoban tavşan yakalamış, onlara vermiş. Tavşanı beline asıyor. Çoban diyor ki, satarım... Fakat Bedreli'nin yanında para yok. Sen hangi köydensin diye soruyor. Tamam diyor o köyden falancayı tanıyor musun.  Çoban "biz akrabayız" diyor. Bedreli, ben onların ustasıyım diyor. Ben sana  5 lirayı göndereceğim diyor ve uzaklaşıyorlar. Sonra bu olayı unutuyor. Adam bir gün Alpullu'ya geliyor. "Burada bir usta var, tavşanın parasını vermedi" diyor. Adamı idareye getiriyorlar. O da diyor ki, "Avcıları topla gel, fişek vereceğiz". İşaret yapıyor. İdareye gelen avcılar tavşanın vurulmadığını, satın alındığını öğreniyorlar.
---












.
 
alpullu avcılık avcılar
alpullu avcılık avcılar
alpullu avcılık avcılar
alpullu avcılık avcılar
avcılık alpullu mehmet şencan

A B C D E F G H ...I... K L M N O P R S Ş T U Y Z