Aslında fabrikanın bacası idi. Çıkan duman ve partiküllerin uzağa taşınması için yapılmıştı. Kadri Ağabey 70 metre yüksekliğinde olduğunu söylüyor. O yıllarda Almanya'da ve diğer Avrupa şehirlerinde yapılan fabrika bacaları hep böyle uzun... Bu uzunluklar aynı zamanda o şehirde sanayinin, kalkınmanın ve gelişmişliğin göstergesi... Özel olarak üretilmiş baca tuğlasından yapılmış, bir buçuk metre arayla dış çevresinde çelik çemberler var. Ayrıca bacanın tepesine kadar uzanan demirden yapılmış korunaklı bir dış merdiven...

İnsanlarımız fabrika bacasını "boru" gibi algılamışlar olmalı ki onu
Boru diye adlandırıyorlardı. Boru öttü, Boru duman çıkarıyor, İş Borusu, Boru yıkıldı, Boru ne zaman yıkıldı, İş Borusu çaldı çabuk okula... gibi.

"Boru" yıkıldıktan sonra lâf değişti,  artık "fabrika "bacasından" bahsetmeye başladık. Yeni nesil için "Boru" tuhaf bir kelime.

Bacayı Almanlar yapmış. Kitap yazma işine biraz daha erken girişseydim. Kimbilir ne hikayeler dinleyecektim. Sinanlılı Mehmet Alkan bey babasından dinlemiş. "Bacanın yarısını Almanlar yaptı, yarısını biz yaptık" diyormuş. Baca veya Boru tabanda oldukça genişmiş.
-----------
Kadri Özçetin ağabey tabanda çapının 6 metre, tepede ise 2,5 metre olduğunu bildiriyor. Baca içeriden iskele kurularak örülmüş. Kadri ağabey ilginç bir bilgi daha veriyor. Baca içe doğru üç sıra delikli tuğla ile örülmüş. "Et kalınlığı yaklaşık 75 cm idi" diyor ve ekliyor, "Bu kadar kalın olmasa, dayanmaz, o kadar yükü çekmezdi." Kadri ağabeye soruyorum: "Tuğlalardaki deliklerin belli bir işlevi var mıydı?" Cevap veriyor. "Bunu tam bilmiyoruz. Kurşun dökülmüş veya oraya harç konmuş olabilir."
------------
Baca, 1970 yılında yaşanan deprem sonucunda çatlamış.  İnsanlar "baca çatladı" diye korkuyla konuşmaya başlamışlar. Kırmızı ateş tuğlası ile  örülmüş borunun eğer yıkılırsa çevreye zarar vereceğinden endişe edilmiş ve  yıkılmasına karar verilmiş. Sanırım eskiden "aşırı partikül çıkaran teknoloji" de artık kullanılmamaya başlanmış.
----------
Daha sonra tuğla Boru'nun yerine saçtan kısa boylu başka bir "Boru/Baca" yapılmış. Kadri ağabey 32 metre uzunluğundaydı diyor. Fakat bazı ustalar şikayet etmişler. Bu kısa bacalardan çıkan duman ve partiküller Alpullu'nun havasını bozuyor diye... Gerçek durum nedir, bilmiyorum. Mühendis ve teknisyenler daha iyi bilir. Bir süre sonra bu saç baca da iptal edilerek yerine demirden başka bir baca yapılmış ve bu bacanın uzunluğu 45 metre imiş. Demir bacaya sevk edilen duman ters yönlerde çalışan iki aspiratörle destekleniyormuş. Kadri ağabey resmini not defterime çizdi, aynen alıyorum.
-------
Tuğla Boru/Baca ile Demir Baca arasında önemli bir fark var. Demir Baca'da duman davlumbazlar ve aspiratörler aracılığıyla basılırken Tuğla Baca "tabii emişli" imiş. Uzunluğundan dolayı dumanı tabii olarak çekiyormuş. Fakat tabii çekişin gerçekleşebilmesi için önce bacanın dibinde odun yakılıp baca ısıtılıyormuş, ancak ondan sonra dumanı çekiyormuş.
--------
Yıkılmasına karar verilince 1971 yılında ihale açılmış. İhaleyi Eskişehir'den baba-oğul  iki kişi kazanmış ve Boru'yu/Baca'yı o zamanki parayla 20 bin liraya yıkmışlar. Boru'nun içine iskele kurmuşlar çevresindeki demirleri kaynakla kesmişler tuğlaları döne döne tek tek yerlerinden sökerek
gelenbe ile yere indirmişler. Fabrika yönetimi onların kazasız belasız başarılı bir şekilde boruyu sökmeleri üzerine onlara 5 bin lira da mükafat vermiş ve böylece Boru 25 bin liraya sökülmüş.

Çıkan tuğlaların bir bölümü Samafor'a (Gülbahçe Mahallesine) yapılan camide kullanılmış.

Bir kısmı çöplüğe atılmış. Babam o tuğlalardan bir kaç tanesini evimize getirmişti. Yakın zamana kadar bahçede sağda solda atılanırdı. Kırmızımtırak sarı renkli ateş tuğlası idi. Yıkılmasaydı belki iki yüz, üç yüz sene dayanırdı. Tabi, depreme bağlı... Macaristan'da bu bacalardan biri yıkılmış. Bizimkisinde de yıkılma tehlikesi görülmüş.

Tuğlaları mermer gibi sert idi. Bunlara "ateş tuğlası" deniyor, fakat özel kalite ateş tuğlası... Boru'nun yuvarlak olması ve giderek incelmesi nedeniyle tuğlalar özel olarak kalıplanmış ve özel olarak üretilmiş. İç tarafları daralan bir forma sahipti. Ve ayrıca birbirine kenetlenmeleri veya kilitlenmeleri için çentikleri vardı. Bahçemizdeki evi yaparken bazı tuğlaları ve taşları evin temeline atmıştık. Sanırım o tuğlalardan bir kaç tanesi bizim evin temelinde de vardır.

Alpullu'da yaşıyorsanız ya sesinden, ya dumanından ya tuğlasından siz de hissenizi alırsınız. İyi hatırlıyorum. Babam o tuğlaları bıçak bilemek için kullanırdı. Çok sert ve ince kumul görünümlü olduğu için bıçakları o taşa sürter keskinleştirmeye çalışırdı. Sert olduğundan tuğla kırılıp parçalanmazdı.

Boru kampanya zamanında günde iki defa öterdi. Sabah 7:00'de ve akşam saat 19:00'da... Kadri ağabeyin belirttiğine göre Kazan Dairesi'nde kim görevliyse boruyu o çalarmış. O zamanlar insanların çoğunda saat olmadığından Boru sesi, aynı zamanda zamanı veya vakti belirleyen bir işaret imiş. Eskiden işçiler normal olarak sabah 7:30, akşam 17:30 ve memurlar sabah 8:30, akşam 17:30 arasında çalışırlarmış.
--------
Yaa, arkadaş
boru veya baca hiç öter mi? Ama biz öyle derdik. Boru ötüyor veya boru öttü....
--------
Fabrikadan gelen yoğun sesi Boru'dan çıkıyormuş gibi algılardık. Boynuzdan çıkan bir ses gibi idi. Bu yüzden olsa gerek,
Boru ötüyor derdik. O sesi çıkaran aslında basınçlı buharla çalışan bir makine imiş. Ayrıntısı için "Kazan Dairesi" maddesine bakılabilir.  O sesin boruyla hiç bir alakası yok, fakat çocuk yıllarında biz öyle düşünür, öyle algılardık. Kadri ağabeyle kahvede yaptığımız sohbette kazan dairesinde çalışmış bir ağabey 17 atmosfer  ATÜ basınçla çalışan bir makineydi diye ilave etti. Sözüne devamla, "Ses çıkaran makinenin  yukarıya doğru uzanan 5, 6 metre uzunluğunda bir borusu vardı. Son zamanlarda bu boru eskimiş olduğundan önce eğildi, sonra da düştü. Yerine yenisi takıldı. Fakat ondan sonra Boru'nun bir daha o eski sesini hiç bir zaman bulamadık. Boru düdüğünü çalmak için aşağıya doğru sarkan bir zinciri vardı. O zinciri aşağıya doğru çekerek boruyu çalardık"  
------
Kadri ağabey anlatıyor: Boru kampanya sırasında çalar, işçilerin fabrikaya giriş ve çıkışlarını gösterirdi. "Boru bağırıyor" denirdi ama aslında sesi çıkaran başka bir aygıt vardı. Kazan dairesinde, içinde sıkıştırılmış buhar bulunan bir tüpün ucuna takılmış bir supap vasıtasıyla ses üretiliyordu. Islık çalmaya benzeyen bir mekanizmayla çalışıyordu. (Sözün burasında kağıdı kalemi alıp aygıtın temsili bir resmini çizdi. Yan tarafta görülebilir). 
------
Boru'nun  veya bacanın sesi 15-20 saniye kadar sürer ve susardı. Bu sesten işçilerin mesaiye başladıklarını veya mesailerinin bittiğini anlardık. Boru çalışma düzeninin disiplini gibiydi. Fabrika yüz bin ton pancar işleyince o gün boru normalden daha uzun ötermiş (30-40 saniye kadar)  bu bir sevinç ötüşü imiş. İnsanlar o günlerde kendi aralarında hararetle bu konuyu konuşurlarmış. "Vay be" diyorlarmış, "100.000 ton pancar.... "
------
Kampanya sona erdiğinde Boru  üç kere uzun uzun bağırırmış.
------
Köşk görevlisi Sabri Görgülü'nün anlattığı br anekdot var. Salih Omurtak Köşk'e geldiğinde görevliler hemen koşarlar anı defterini getirip önüne koyarlar. Biraz aceleci davranmışlardır. Omurtak Paşa şaşırır. Başını kaldırır, pencereden dışarıya bakar ve fabrikanın uzun bacasını görür. Fazla düşünmeden şöyle yazar: "Alpullu şeker fabrikasının bacasını bir direk gibi görmemeliyiz. Bu bacayı dış düşmanlara karşı bir top namlusu gibi görmeliyiz. Ancak, bu baca tüttükçe bunun manalılık vazifesinden biz de faydalanacağız." Sabri bey devam etti: "Daha sonra Adnan Doğu Paşa bu yazıyı okuyunca 'Omurtak Paşa ne güzel yazmış" dedi"...

--
1934 yılında Şakir Kesebir şöyle bir tanımlama yapıyor "boru" veya "baca" için:
Muzaffer dumanlarını vatan semalarına savuran... Fabrikaya ve onun bacasına kutsallık atfediyor, bir anlamda onu yüceltiyor... Devamla "Türk milleti bugüne kadar böyle bir iktisat mücadelesi yapmış değil", diye ekliyor.






----

Boru

 
A B C D E F G H ...I... K L M N O P R S Ş T U Y Z